Sorunu sor hemen cevaplansın.
Haşhaşi Nedir
Ayrıca ingilizcedeki assassin* kelimesinin kökeni buradan gelir.
Tarih: 2016-12-06 13:17:32 Kategori: Mitoloji
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Haşhaşi Resimleri
-
7 7 yıl önceRivayetlere göre kale, Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmiştir. Kral, kartalını salmış ve kartalın konduğu yere bir kale yaptırmıştır. Bu nedenle Alamut Kalesi’ne “Kartal Yuvası (Öğretisi)”, bazı kaynaklara göre de “Cezalandırma Yuvası” denilmektedir.7 7 yıl önceFedailer kurbanlarını özellikle halk içerisinde, herkesin görebileceği yerde, boyunlarına zehirli hançer saplayarak öldürürlerdi. Ayrıca yakalanan hiçbir fedai olmamıştır; çünkü yakalanan kimse, hançeri önce karşısındakine, sonra kendine saplardı.6 7 yıl önceRivayete göre; Hasan Sabbah, kalesini ziyarete misafirlerine hem gösteri olsun diye hem de müritlerinin ona bağlılığını göstermek amacıyla, tepede bulunan fedailerinden 3’üne işaret ederek atlamalarını söylemiş; onlar da tereddüt dahi etmeden atlayınca misafirleri çok etkilenmişlerdir. Tarikatta haşhaş kullanıldığına dair kanıt niteliğinde en çok verilen örneklerden biri budur. Çünkü böyle bir şeyi ayık olan kimsenin yapamayacağı düşünülmüştür.5 7 yıl önceAlamut kalesi5 7 yıl önceTarihin ilk siyasi cinayet azmettiricisi
Nizam’ül-Mülk seneler sonra Alamut Kalesi’ni 4 ay kadar kuşatmış ama başarısız olmuştur. Sonrasında Nizam’ül-Mülk’ün, çadırında, bir Alamut fedaisi tarafından öldürüldüğü söylenmiştir. Bunun, Hasan Sabbah’ın emriyle gerçekleşen bir suikast olduğu düşünülmüş ve bu yüzden “Dağın Şeyhi Hasan Sabbah” kitabında, “tarihin ilk siyasi cinayet azmettiricisi” olduğu dile getirilmiştir.3 Haşhaşi Sunumları
-
4 Dosyayı Göster7 yıl önceHaşhaşiler tarihi sunusu (pptx)İndir : 86_hashasiler.pptx(Göster / Gizle) Sunum İçeriği: Düz metin (text) olarak..
1. Sayfa
Haşhaşiler (Suikastçiler, Fedaiyyun, İsmaili, Şii Batıniler): Haşhaş bağımlısı oldukları ve böylece terör eylemleri yaptıkları için, Haşhaşiler, Haşhaşiyye ya da Haşhaşiyyun isimleriyle anılan gurup, Suikastçiler olarak da bilinmektedir. İngilizce karşılığı olan Assasins de, “assasinate” (suikast, katletmek) kelimesinden gelir. Şîa’nın aşırı uçlarından biri olan Şii-Batıni (İsmâîlîyye) mezhebine mensup Haşhaşiler, Hasan Sabbah tarafından, Eylül 1090 tarihinde İran’da Alamut Kalesi (Kartal Yuvası)nin ele geçirilmesiyle birlikte kurulmuştur. 0
2. Sayfa
İran ile birlikte Mısır ve Suriye’de de faaliyet gösteren Haşhaşiler, dinî tarikat ve aynı zamanda siyasi hedefleri olan bir terör örgütü gibi hareket etmekteydi. Bu harekete mensup militanlar, gerçek İslam’ı yozlaştırdıkları gerekçesiyle, farklı bölgelerdeki Müslüman hükümdarlar ile üst düzey devlet ve din adamlarına, valilere ve halifelere hançerle suikastler düzenlemişlerdir. Ayrıca, Haçlı Seferleri’yle İslam’a karşı işgal ve saldırıda bulundukları gerekçesiyle, Kudüs Kralı Conrad gibi Hıristiyan idarecilere de saldırmışlardır.1
3. Sayfa
Örgütün kurucusu, dini ve siyasal terörü ilk olarak kurumsallaştıran kişi olan Hasan Sabbah (1049-1124)’tır. O’nun kurduğu tarikat sıkı bir hiyerarşi ve katı kurallara dayanmaktaydı. Hasan Sabbah, kendisine tam bağımlı hâle getirdiği fedailerine haşhaş vererek ve cenneti vaat ederek çok sayıda suikast yaptırmıştır. İlginç bir şekilde, suikastı yapan fedai (Haşhaşi) kaçmaya çalışmadığından, öldürülen kişinin korumaları veya halk tarafından linç edilirdi.2
4. Sayfa
Haşhaşiler için baş düşman, dönemin en güçlü devleti olan Büyük Selçuklu Devleti idi. Nitekim, onlara karşı yoğun mücadele vermiş olan Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk, suikastle öldürülen (1092) ilk kurbanlardan biri olmuştur. Selahattin Eyyübi’ye de suikast teşebbüsünde bulunan Haşhaşileri, XIII. Yüzyıl’da Alamut’u ele geçiren Moğollar ortadan kaldırmıştır. Suikastlarıyla bütün toplumda yarattıkları korku ve dehşet o kadar etkiliydi ki, devletin ileri gelenleri elbiselerinin altına zırh giymeye başlamışlardır. 3
5. Sayfa
Mevcut düzeni yıkmak için bilinçli bir şekilde üst düzey kişilere suikastler düzenlemişler, eylemleriyle sindirdikleri halkı, din motifli yoğun bir propaganda ile de yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Hasan Sabbah, Selçuklu döneminde terörü sistemli bir vasıta olarak kullanmış; bu yönüyle terörizmin de babası olmuştur. Suikastlerle birlikte yarattıkları korku ve dehşet ortamı, Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflama ve yıkılma sebeplerinden birini oluşturur. 4
6. Sayfa
Selçuklu Veziri Nizamülmülk’e Haşhaşilerin düzenlediği suikastı anlatan bir resim5
Haşhaşi Videoları
-
5 Haşhaşi Soru & Cevap
Haşhaşi Ek Bilgileri
-
4 7 yıl önceHaçlıların kaleminden Nizariler
Nizarilerle ilgili ilk yazılı bilgilere Ispanyalı haham ve gezgin Tude-lalı Benjamin’in seyahatnamesinde (1167) rastlanmaktadır. Benjamin islam dinine inanmayan, peygamber saydıkları önderlerine adanmışlık-la bağlı, hayatları pahasına kralları öldüren, Haşişin adıyla bilinen bir topluluktan bahseder. (1)
Kutsal Roma Germen İmparatora Frederick Barbarossa’nm 1175′te Suriye’ye gönderdiği elçisi Gerhard ise, ”Şam, Antakya ve Halep civarındaki dağlarda yaşayan, kendi dillerinde Heysessini diye anılan” topluluğu şöyle anlatır: “… hak hukuk tanımazlar… kendi dinlerine aykırı olarak domuz eti yerler ve anne-kız kardeş ayrımı yapmaksızın tüm kadınları kullanırlar… Dağlarda müstahkem kalelerde oturdukları için dize getirilmeleri imkânsızdır. Başlarında hem Arap emirlerinin hem de komşu Hıristiyanların yüreğine korku salan şeyhleri yer alır. Şeyhten bu denli korkulmasının sebebi, gözüne kestirmiş olduğu kimseyi akla hayale sığmayacak yöntemlerle öldürtmesidir. Şeyh yüksek surlarla çevrili saraylarında, küçük yaştan i-tibaren ailelerinden ayrı yetiştirmek üzere alıkoyduğu çok sayıda köylü çocuğu barındırır. Aralıksız eğitimleri boyunca bu delikanlılara pek çok yabancı dil öğretilir. Şeyhlerine gözü kapalı itaat etmeleri, bu sayede Şeyhin kendilerine cennetin güzelliklerini bahşedeceği zihinlerine kazınır… Sırası geldiğinde Şeyh, her birine altın bir hançer teslim eder ve sıradaki kurbanın üzerine gönderir.” (2) Gerhard’m bu raporunda Nizarilerle ilgili efsanenin birçok öğesi ilk defa der-li toplu ifade edilmiştir. İslam’ın değerlerine referansla yapılan suçlamalar, bu bilgilerin kaynağının genelde Sünni kaynaklı anlatımlar olduğunu düşündürtmektedir.
Sur Başpiskoposu William da, 1186′da Haçlı Seferleri’ni ayrıntılarıyla aktardığı kayıtlarında Nizari-lerden söz eder. Daha önceki bilgilere ek olarak, mezhebin kendilerine bağlı köylerle birlikte on müstahkem kalede yaşayan yaklaşık altmış bin kişiden oluştuğunu, şeflerinin kan bağıyla değil liyakata bağlı bir seçimle başa geçtiğini, hem Müslüman hem de Hıristiyanlarca Haşîşî / Assassini olarak adlandırıldıklarını anlatır. (3)
1192 yılında Kudüs Latin Kralı Conrad’ın Nizari fedailerince öldürülmesi Batılı kronikçilerin ilgisini artırmış, birçoğu tarafından mezhebin esrarengiz ve yiğit şeyhi, ölümüne bağlı müritler, acımasız suikast yöntemleri uzun uzun anlatılmıştır. Bunlardan Lübeck’li Arnold, şeyhin bir tür uyuşturucuyla kendinden geçirdiği müritlerini, rüyadayken gördükleri her şeyin, dava adına dökecekleri kanın mükâfatı olarak ölümlerinden sonra kendilerine bahşedileceği vaadiyle kendine bağladığından söz eden ilk kaynak olması bakımından dikkate değerdir. Arnold ayrıca “son derece muteber saydığı kimselerin tanıklıklarından” edindiğini söylediği bilgilere göre, müritlerin şeyhe bağlılıklarını göstermek için onun bir emri ile surlardan aşağı atladıklarım da- ilk hikâye eden kişidir. Aynı yıllarda bu hikâyeden Kudüs Krallığı vekili Kont Henry de söz etmektedir. (4)
Haçlıların Nizarilerle kurdukları ilişkilerin artmasıyla, bazı yeni bilgilere ulaşmaları mümkün olmuştur. 5. Haçlı Seferine katılan ve 1217′de Akka Piskoposu olan Vitry’li James mezhebin İran’dan yayıldığını belirterek Suriyeli Ismaillilerin İran’daki merkeze bağlı olduğunu saptar. (5) Kral 7. Louis’nin 1250 yılında Is-maililerin Muhammed’e inanmayıp Ali’nin izinden gittiklerini öğrendiğini söyler. Breton’un Sünni-Şii ayrışmasına ilişkin anlattıklarının çoğu, doğrularla yanlışlar birbirine karışmış halde, Müslüman Doğu toplumuna karşı dinsel önyargıların ve bilgisizliğin izlerim taşımaktadır. (6)
Buraya kadar anlatılanların tümü Nizari Ismaililerin Suriye kolu kaynaklıdır. Sonradan Hasan Sabbah’la özdeşleşecek olan “dağın şeyhi” tasviri ise, aslında Suriyeli Nizarilerin en etkili oldukları dönemde önderliklerini üstlenmiş olan Raşi-deddin Sinan’dır. Batılıların mezhebin İran’daki varlığıyla ilgili bir fikri varsa da, yüzeyseldir ve tümüyle kulaktan dolmadır. Alamut’taki Ni-zariler ve İran’daki örgütlenmele-riyle ilgili doğrudan gözlemlere dayanan ilk bilgiler Fransa Kralı’nm 1253-1255 yıllarında Moğol Hakanı Cengiz’e elçi olarak gönderdiği Rahip Rubruck’lu William’dan gelir. Bu tarihlerde Hasan Sabbah’m ölümünün üzerinden kuşaklar geçmiş, Nizariler Moğol baskısı altında çökme noktasına gelmiştir. William, Hazar Denizi kıyısında yaşayan Nizarilerle temas eder. Ismaililer i-çin, Arapça’da “dinden çıkmış, dinsiz” anlamındaki mülhid sözcüğünden bozma “mulidet” adını kullanır. Ayrıca o güne dek Suriye îsmailile-ri için kullanılan “Axasin’, “Hacca-sin” gibi adlan İran Ismailileri için ilk kullanan Avrupalılardan biri de William olmuştur. Bu artık mezhebin Suriye ve İran kollan arasındaki bağın kesin olarak bilindiğini gösterir. William Karakurum’a gittiğinde Cengiz Han’ın kendisine suikast yapmak için kırk Nizari fedaisinin tebdili kıyafet şehre geldiği duyumuna karşı aldığı olağanüstü güvenlik önlemlerinden söz eder. (7)
Haşîşî adı terk edilmeli
Bu anlatımlann tümünde mezhebin mülhid ya da daha sıklıkla hey-sessini / assassini gibi sözcüklerle ad-landmlıyor olması dikkat çekiyor. Mülhid’in dinden çıkmış, sapkın anlamına geldiğini söylemiştik ve mezhep Sünni islam kaynaklannda aşağılama amacıyla çoğunlukla böyle anılıyor. İkinci sözcüğün, Arapça’da hint kenevirinden elde edilen uyuşturucunun karşılığı olan haşîş’ten geldiği, 19. yüzyılın başında yürütülen uzun etimolojik tartışmalar sonucunda kesinlik kazanmıştır. (8)
Kabaca esrarkeş anlamına gelen bu adlandırma, Şeyhin afyonla uyuşturarak fedailerinin sadakatini pekiştirdiği ve cinayetlere hazırladığı şeklindeki rivayete dayandınlmıştır. Böylesi daha çekici gelmiş olmalı ki, Batı’da mezhebin adı olarak en başından beri assassm (haşîşî) kelimesi kullanılmıştır- Mezhep Avrupahnm bilincinde siyasi cinayederiyle özdeşleşmiş olduğundan, 15. yüzyıldan itibaren neredeyse tüm Batı dillerinde bu kelime suikast anlamına gelmektedir.
Oysa ciddi Müslüman tarihçiler, eğer karalamak için mülhid adlandırmasını kullanmışlarsa, mezhepten Ismailiye, Nizariye ya da öğretilerine gönderme yaparak Batıniye, Talimiye diye söz etmişlerdir. Niza-rilerin kendilerim mülhid (sapkın) ya da haşîşî (esrarkeş) olarak adlan-dırmalan söz konusu olamayacağına göre, Haçlılann bu adlandırmayla ilgili kaynaklannm, mezhebin kendisi değil, Sünni toplumunun daha çok sözlü anlatından olduğu kesinlik kazanmaktadır. Özellikle haşîşî adı, Nizarilerin gizli bir pratiklerine işaret etmekten çok, onlara karşı genel düşmanlığı yansıtan bir hakaret sözü olarak görünüyor. Acı olan şu ki, mezhep akademik camia da dahil bütün dünyada, hâlâ bu adla tanınıyor. Önemli bir islam düşünce tarihçisi olan Henry Carbin’in bu noktada yaptığı uyan çok önemli: “Hayli uzun zamandan beri, bizler edindiğimiz alışkanlıkla ‘Ismaili’ kavramını ‘haşîşî’ diye tercüme ediyoruz. Belki bunda bazı duygulann etkisi vardır, ama böyle bir etki tam anlamıyla faciadır, inanıyorum ki, bundan böyle sadece Iran Ismailileri için değil, aynı zamanda Suriye îsmaillileri için de bu terminolojiyi terk etmemiz gerekiyor.” (9) Ne var ki, gerek haşîşî teriminin dışlanmasında en büyük rol sahibi olan ve klasik oryantalizmin dışına çıkmaya çalışan araş-tırmacılann öncüsü durumundaki Marshall Hodgson’m, gerek Ismai-liler üzerine ciddi araştırmalannda bu adlandırmanın yaygın kullanımını sorgulayan Bernard Lewis’in bu konudaki en önemli eserleri bile “Haşîşîler” adını taşımaktadır.
Marco Polo’da Alamut’un cennet bahçeleri
“Şeyh … iki dağ arasındaki vadinin girişlerini kapattırmış ve burayı her türlü meyvenin yetiştiği, eşi benzeri görülmemiş güzellikle bir bahçeye çevirtmiş-tir. İçerisine … akla hayale gelmeyecek görkemli köşkler ve saraylar inşa ettirmiştir. Kanallardan şarap, süt ve bal akmaktadır. Dünya güzeli hurilerin ellerindeki çalgılardan en hoş tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür, dansları izleyeni büyüler. Şeyhin gayesi, tebaasını buradan öte bir cennetin olmadığına inandırmaktır… Haşişiler olarak ayırdıklarının haricinde kimse bahçeye alınmıyordu. Bahçenin girişinde her türlü saldırıya karşı koyabilecek güçte bir kale vardı. Bizzat kendi maiyeti altına almak üzere sarayında barındırdığı on iki ila yirmi yaş arası gençlere, tıpkı Hz. Muhammed gibi cennet hikâyeleri anlatıyordu; Sarazinler (Araplar) Muhammed’e nasıl inanıyorlarsa, gençler de aynı inançla ona bağlıydılar. Önce kendilerine uyuşturucu bir iksir içirip, ardından dörderli, altışarh ya da onarlı gruplar halinde bahçesine götürüyordu. Böylece gözlerini açtıkları vakit gençler kendilerini dillere destan bahçede buluyorlardı… Bizim İhtiyar dediğimiz Efendi, sarayını alabildiğe görkemli bir hale getirerek, basit dağlı halkı kendisinin yüce bir peygamber olduğuna inandırmıştı. Haşi-şilerden birini bir göreve yollamak istediği vakit, aynı iksirle bu kez sarayına taşıtıyordu… Şeyh’in huzuruna çıkarılıyordu ve genç adam gerçek bir peygamberin huzurunda olduğuna canı gönülden inanarak önünde hürmetle secde ediyordu. Şeyh nereden geldiğini sorduğunda, cennetten geldiğini ve burasının Muhammed’in Kuran’da sözünü ettiğinin tıpatıp aynısı olduğunu söylüyordu. Bu da şüphesiz, yanında hazır bekleyen ve bahçeye henüz kabul edilmemiş olanların bir an için dahi olsa oraya gitme arzularını kamçılıyordu. Şeyh bir hükümdarın kadini istediğinde bu gençlerden birine şöyle diyordu: “Git ve şunu öldür, geri döndüğünde meleklerin seni cennete taşıyacaklar. Ûl-sen dahi, meleklerini yollayıp seni cennete getirteceğim.” Bu sözlerle, geri dönmek için can attığı cennetin anahtarına ilelebet sahip olduğuna inanan genç, sabırsızlıkla düşmanı katletmeye koşuyordu. Şeyh kimin ölümüne karar vermişse, müritleri hazır sırada bekliyordu. Uzak yakın bütün hükümdarların yüreğine saldığı korkuyla, onları kendisiyle iyi geçinmeye mecbur kılıyordu.”
(The Book of Ser Marco Polo’dan aktaran Bernard Lewis, Haşîşîler, s. 10, Kapı Yayınları, 2005.
Efsane Marco Polo’yla yayılıyor
Mezhebin Suriye’deki koluna dair yaratılan efsaneyi aynı şekliyle alıp Alamut Kalesi’ndeki Iran Nizarileri için kurgulayan Marco Polo olmuştur. Aslında Avrupa’da assassin teriminin ve Ismaillilerle ilgili efsanenin yaygınlık kazanması da, Polo’nun seyahatnamesi sayesinde olur. Polo Alamut Kalesi’ndeki gizli bahçeyi, bu sahte cennetteki hurileri, afyonla uyuşturulup gözünü cennette açan müritlerin Şeyh’e nasıl sadakatle bağlanıp ölümcül görevlerine hazırlandıklarını ballandıra ballandıra ve kendi gözüyle görmüşçesine canlılıkla anlatır.
Marco Polo bu hikâyeyi karşılaştığı Ismaililerin anlattıklarına dayandırmıştır. Oysa genç gezginin İran’da bulunduğu 1273 yılında Alamut Kalesi Moğollarca yıkılalı 17 yıl olmuş, iran’daki bütün kale ve yerleşimleri yerle bir edilmiş, Ismaililer iran’ın dört tarafına dağılıp gizlilik dönemine girmiştir. Olasılıkla, Marco Polo Suriye îsmailileriyle ilgili önceden duyduğu hikâyeyi, mezhebin iran’da varlığını öğrendiği koluna uyarlamıştır. Bunu yaparken hayal gücünden de epeyce faydalandığı anlaşılıyor.
Şaşırtıcı olan, en tam haline Marco Polo’yla ulaşmış bu efsanenin, neredeyse olduğu gibi, bugün hâlâ gerçek olarak kabul görmesidir. Batı düşüncesinin övünçle anılan akılcı, bilimsel aydınlanma döneminde dahi, bu efsane mantık süzgecinden geçirilip sorgulanmaksızın ve yeni bilgilerle kıyaslanmaksızm doğru kabul edilmiştir.
Cennet bahçeleri ve afyonkeş fedailer efsane mi gerçek mi?
Elbette ki her efsane gibi bu da, kalkış noktası olarak basit gerçeklere dayanmaktadır. Örneğin, Alamut başta olmak üzere pek çok Nizari kalesinin içerisinde çok güzel bahçeler olduğu bir gerçektir. Hasan Sabbah’m Alamut’u ele geçirdikten sonra ilk yaptığı şeylerden biri kalenin içinde yer aldığı vadiyi yeşillendirmek, bir sulama sistemiyle dağın tepesindeki kaleye kadar su çıkarmak olmuştu. Ama Nizari kalelerinde yapılan arkeolojik incelemelere göre bu kalelerin hiçbirinde, fedaileri cennette olduklarına inandıracak büyüklükte bir bahçe için elverişli bir yer bulunmamaktadır. (10) Yani şeyhin müritlerini götüreceği bir cennet bahçesi yoktur.
Ama başka bir açıdan, bu ifadenin bir gerçekliği anlatıyor olması kuvvetle olasıdır. 19. yüzyıl sonrasında ulaşılan Ismaili kaynakları, mezhebin öğretisine dair ciddi bilgiler sağlamıştır. Batıni bir mezhep olarak Is-maüilikte her şeyin görünen (zahiri) yüzünün ardında bir de iç (Batıni) anlam gizlenmektedir. Görüntünün arkasındaki özü anlama ve yorumlama çabasına tevil denir. Corbin’e göre Şeyh’in sadakatleri karşılığında müritlerine cenneti bahşetmesi söylencesinin kökeninde, Ismaili düşüncesinde cennet kavramına verilen sembolik anlam bulunmaktadır.
Ismaili tevili, kutsal kitaplardaki Adem’in cennetten kovuluş hikâyesi üzerine derinleşmiş ve farklı bir yorum getirmiştir. Ismaili dönemi tarih anlayışına göre, dünya tarihi birbirini izleyen tecelli ve gizlilik dönemlerinden oluşur (devr el keşf – devr el setr). ilk başlangıç çağı, göksel düzene karşılık gelen, kusurdan ve günahtan arınmış bir yersel düzenin dünyada hüküm sürdüğü tecelli dönemidir. Bu dönemde hakikat (gerçeğin bilgisi) ve öz hiçbir kabuğa ve dışsal görüntüye ihtiyaç duymaksızın ortadadır. Hiçbir yasaya ve şeriata gerek duyulmaz. Iblis’in beli-rip başlangıçtaki uyumu bozmasıyla bu devrin sonuna gelinir ve hakikatin gizlendiği bir sır dönemi başlar. Cennetten çıkışın sembolik olarak anlattığı budur. Gizlilik devrinde gerçeğin bilgisi sır olur, dünya ancak şeriatla, peygamberlerin getirdiği dini kanunlarla ayakta durur. Hakikatin, örtüsünden sıyrılıp son imamın kişiliğinde kendini ortaya koymasıyla (kıyamet) bu devir bitecek ve yeni bir tecelli devri başlayacaktır. İmamı manevi gerçekliği içinde görebilen gerçek müminler için şeriat bağlarına gerek kalmayacak, müminler yeniden cennete ulaşmış olacaktır.
Nitekim Alamut’un Hasan Sab-bah’tan sonraki üçüncü şeyhi olan Hasan kendisinin imam olduğunu iddia ederek kıyameti ilan etmiş, kendisine inananlar için şeriatı kaldırmıştır.
Yine Corbin’in belirttiğine göre, Hz. Muhammed’in “kabrim ve minberim arasında cennet ravzalanndan (bahçelerinden) bir ravza vardır” hadisinin Ismaili tevili, yine “şeyhin bahşettiği cennet” anlatısına açıklık getirmektedir. Bu hadisteki minber yani vaaz kürsüsü, dinin lafzi kurallarını, şeriat buyruklarını sembolleş-tirir. Kabir ise felsefedir, çünkü felsefe sayesinde din ve dogmaların zahiri görünüşü çözülür, bu bir nevi ölümdür. Böylece minber ve kabir ortasındaki cennet, yani gerçeğin bilgisi, hakikat ortaya çıkar. Ismailileregöre, bir yol gösterici olmadan buraya ulaşılamaz, müridinin felsefeyle hakikate ulaşmasını sağlayan şeyh, ona cennetin kapılarını açmış olur (11).
Öyle görünüyor ki, “şeyhin kendisine sadakatle bağlı olanlara cennetin güzelliklerini bahsedeceği” şeklindeki Ismaili söylemi, arkasındaki sembolik anlam anlaşılmak-sızın, Haçlılar tarafından engin bir hayal gücüyle sahte cennet efsanelerine kaynaklık etmiştir.
Hasan Sabbah anlatılarında efsaneyle gerçeğin birbirine karıştığı bir başka nokta da, Nizari fedailerin afyon kullanımıdır. O dönemde hint keneviri ve benzer bitkiler Mısır’da ve Hindistan üzerinden İran ve Ortadoğu’da hem tıpta hem de keyif verici olarak kullanılmaktadır. Bazı tasavvufi tarikatlarda bir vecd hali için kullanıldığı da bilinmektedir. Bu yüzden Nizarilerde afyon kullanımı bir gerçeğe dayanıyor olabilir. Ama aynı nedenden dolayı, etkisi ve kullanımı sır olmayan haşîşîn, Marco Polo’da ve diğer anlatılarda söylendiği gibi, şeyhin elinde gizli bir silah o-larak fedailere sezdirmeden kullanılması pek akla uygun değildir. Hele de, bu nedenle haşişi olarak anılacak kadar dile düşmüşken. Öte yandan, sonradan bazı anlatımlarda ileri sürüldüğü gibi, afyonun fedailere suikastlar sırasında cesaret ve sadakat a-şılaması için kullanılması da mantığa sığmaz. Suikast gibi önceden incelikli bir planlamayı ve hazırlığı gerektiren bir eylem için, aksine açık ve berrak bir zihin gerekir. Ayrıca, Alamut’ta dünya zevklerinden elini çekmiş katı bir yaşamın hüküm sürdüğü, Hasan Sabbah’m bir oğlunu şarap içerek topluluk yasalarına karşı geldiği için öldürdüğü kesin olarakbilinmektedir. Dolayısıyla Nizarilerde yaygın bir haşiş kullanımı da söz konusu olamaz. Ciddi hiçbir İslam kaynağında bu yönde bir bilgiye rastlanmamaktadır. (12) Aslında, kendilerine takılan adın haşişten kök alması dışında, Nizarilerin haşiş kullandıklarına işaret eden bir veri de yoktur. Ama şunu biliyoruz ki, esrarkeş olarak yaftalanmak, bütün dinlerin tarihinde, hâkim düşüncenin dışına çıktığı ve düzeni tehdit ettiği için sapkın sayılan pek çok muhalif hareketin ortak kaderi olmuştur. Nizariler için de bu adlandırmanın, gerçekten haşiş kullanıp kullanmadıkları bir yana, aşağılama amaçlı olduğu, daha önce de belirttiğimiz gibi, kesindir. Batıklar için ise, bu şekilde hikâyeye katılan bu öğe, kendilerine akıldışı görünen ö-lümüne sadakat ve inançlarına canı pahasına bağlılık gibi davranışları akla uygun kılacak bir açıklama sağlamıştır. Hikâyeye kattığı esrarengiz hava da cabasıdır.
Sende Bilgi Ekle
Bu yazının geliştirilmesine yardımcı ol.
-
- Kadirîlik
- Tarikat
- Hasan Sabbah
- Tarikatlarda Şeyhlik Makamı
- Şeyh Abdülkadir Geylani Tarafından On Birinci Yüzyılda Kurulan Bir Tarikat
- Müridin tarikata girerken Şeyhe verdiği söz./Ant
- Kanphatayogi
- Tarikat Ehlinin Başlığında Bulunan Kabarık Dilimler
- Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve törenleri yaptıkları yer